‘Ben sadece gerçekleri söylerim asla yalan söylemem.’ ‘Ben işin gerçeğine bakarım’ ‘Bana sakın yalan söyleme’ v.b. tümceler ne kadar tanıdık değil mi..sadece tek bir gün içerisinde kaç defa benzeri sözleri duyduğunuzu, kaç defa benzeri tümceleri kendinizin kurup dile getirdiğinizi bir düşünün..

Yani birkaç metre ötenizde duran birisinin ağzından çıkan sözcükleri doğru şekilde duyabilmeniz ve anlayabilmeniz için, tam o anda, beyin-ses ve ışığın mutlak bir uyum içerisinde olması ile mümkündür. Geri kalan zamanlarda ise beynimizin, depoladığı bilgilerle (yani önyargılarımızla) harmanlayıp yorumladığı kendimiz göre gerçek, ama işin aslında gerçeklere göre yalan olan bir dünyada yaşıyoruz demektir.
Ama işin püf noktası da burada, kendi algılamalarımızı mutlak doğru olarak kabul ettiğimiz için de başkalarının algılamalarını kabul etmiyoruz. Sözleri söyleyen kişinin bile, kendi söyledikleri ile bizim algılamamız arasındaki farklılıkları düzeltmesine izin vermeyiz.
Algılamalarımız, değişikliği fark etmek üzerine kurulu. Ama değişen uyarıcılara karşı algımız ne doğrudur ne de güçlüdür. Artan ses dalgasını algılamamız, fiziksel ses kaynağındaki artıştan daha azdır. Aynı şekilde ışığın parlaklığındaki artışı algılamamız daha da yavaştır. Uzaklık, yükseklik algılamalarımız da gerçeği yansıtmaz ama ses ve ışığa göre daha iyidir.
Aynı olan, aynı kalanları, bir farklılık olana kadar izlemeyiz bile. Yani ‘aynı olan ‘ilk kayda alındığı gibi durur ve benzeri her şey ilk kayıttaki gibi kabul edilir beynimiz tarafından.
İş karşılaştırmalı algılamalara gelince hepten ortalık karışır. Her birimiz kendi fiziksel özelliklerimiz,üzerimizdeki kıyafetlerimizin cinsine ve bir önce bulunduğumuz ortamın sıcaklığına-nemine göre, aynı odada bulunmamıza rağmen odanın sıcaklığını farklı algılarız. Bu tür fiziksel algılamaları kısmen doğal karşılarız ve yadırgamayız. Amma gel gelelim fiziksel algılamalar dışında kalan, duygusal algılamalardaki farklılıkları kabullenemeyiz ve karşımızdakini suçlamayı seçeriz… çünkü beynimizin bizi yanılttığını bilemeyiz.

Hele bir de beynimize yeteri kadar bilgi, belge, tecrübe depolamamış isek…önyargılarımız denilen kayıtlar gelişmemiş ve sınırlı kalmışsa… karşımızdaki gerçekleri bir o kadar daha geç algılarız…
Kısacası, gerçek diye beynimizin algıladıklarının büyük kısmı çıplak gerçek değil. Amma dünyayı yaşanır kılan da algılamamız yüzünden gerçek sandığımız yalanlar.. Bu yüzden gerçekleri algılamayı becerdiğimizde canımız acıyor. Hem de çok acıyor. Her ne kadar aksini söyleyip dursak da gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmamızın nedeni de budur. Gerçeklere ulaştığımızda egomuzu yaralar... bizi Catatumbo Şimşeklerinden beter eder...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder